Sultan VI. Mehmed Vahideddin Han Kabri: 1918 – 1922
Şam
Muhteşem bir saltanatın ve hükümdarlığın ve bir mülkün sonu…
Dünyanın en uzun hüküm süren hânedânının ve koskoca bir devletin ve imparatorluğun yıkılışı...
Dede Korkut’un “kıyâmete kadar Osmanoğulları’nın saltanatının devam edeceğine” dâir sözlerine rağmen hiçbir şeyin ebedî olmadığının en açık delili...
Şam’da, daha bir asır önce Türk toprağı olan bu şehirdeki Süleymâniye Külliyesi’nin kabristanında, bugün bir sürü kabrin arasında diğerlerinden çok farklı olmayan ve hattâ bir çoğundan daha da mütevâzî olan bir kabir vardır. Zaman zaman, bazı ziyaretçilerin derinden duydukları üzüntülerini gizlemeye çalışarak ruhuna fâtihalar okudukları bu kabir, hayatının son dört yılını yurdundan uzakta yokluklar ve sıkıntılar içinde geçiren gerçek bir hükümdarın, bir sultan oğlu sultanın son menzilidir. Büyük ceddi cihan pâdişâhı Sultan Süleyman’ın Şam’daki külliyesine sığınmış olan bu mütevâzî kabir, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla hükümdarlığı elinden alınan ve 16 Kasım 1922’de de yurdunu terke mecbur kalan veya terk eden son Osmanlı Sultanı VI. Mehmed Vahideddin’in kabridir.
Sultan VI. Mehmed Vahideddin 1861’de doğar ve tahta kardeşi Sultan Reşad’ın ölümüyle 57 yaşlarındayken geçer. Abdülmecid ve Gülistû Kadın’ın en küçük oğullarıdır. İmparatorluğun en tâlihsiz zamanında kader onu bu en zorlu makâma getirir ve böylece o aynı zamanda hem yıkılışı ve hem dirilişi beraber görür.
Bir cihan harbinin sonu...
Ağır bir mütareke...
Türk İstanbul’un işgâli...
Ve arkasından Anadolu’da başlayan destânî kurtuluş harekâtı...
Sultan Vahideddin bütün bunları yaşar. Ve fakat bir daha vatanına asla dönemez. İtalya’nın San Remo şehrinde ölür. Naaşı uzun maceralardan sonra önce Beyrut’a, sonra da Şam’a getirilir. Sultan Vahideddin kendisinin Salâhaddin Eyyubi Türbesi’ne gömülmesini vasiyet ettiği halde, o sıradaki Suriye hükûmetinin izin vermemesi yüzünden büyük ceddi Sultan Süleyman’ın yanına sığınır.
Sultan Vahideddin’in Şam’da Süleymâniye Külliyesi’nin hazîresindeki kabri, yanında daha küçük iki kabirle birlikte taştan basit bir sed üzerindedir. Baş taşı olmayan ve iki renkli mermerle dikine olarak kaplanmış ve kırma bir kapak taşı ile örtülü olan kabri ziyaret ederken heybetli bir târihin sonu hazin bir şekilde gözlerinizin önünden geçer ve lahdin baş tarafında siyah renkle boyanmış sıradan bir celî ta’lik yazıda şunları okursunuz:
Hüve’l-Hayyü’l-Bâki
E’s-Sultan ibnü’s-Sultan
E’s-Sultan Mehmed Vahîdeddin Han e’s-sâdis rûhuna Fâtiha
Vilâdeti 21 Şubat 1861 (20 Receb 1277) – Vefâtı 16 Mayıs 1926 (18 Zilhicce 1345)
Lahdin etrafını fırdolayı saran kuşaktaki celî talik hatla yazılmış Âyetü’l-kürsi sizi bir başka âleme, belki de “cedlerin mağfiret iklimine” götürür. Ve koca Osmanlı hânedânının bu son ve talihsiz hükümdarının ruhunun sanki bir gufran deniziyle sarılmakta olduğunu görür gibi olur, ona ve bu mülkün bütün geçmiş sultanlarına fâtihalar yollarsınız.