Albraka Kültür Sanat

Sultan III. Mehmed Han Türbesi


Sultan III. Mehmed Han Türbesi: 1595 – 1603

İstanbul – Ayasofya


Ayasofya türbelerinin üçüncüsü ve köşedeki sebilin yanına düşen türbe Sultan III. Mehmed’indir. Böylece Ayasofya baba-oğul-torun türbeleri ile tamamlanır. III. Mehmed’den sonra burada artık müstakil padişah türbesi yoktur.

Ayasofya’ya girmeden lokmalı demir pencereleri olan ihata duvarının önünden geçerek köşedeki I. Ahmed’in yaptırdığı tahmin edilen sebile ulaşırsınız. Bu sebilin önü ve yanları ulu çınar ve kestane ağaçlarının gölgelendirdiği dinlendirici bir mekân olmuş ve çayhaneler ve turistik eşya satan satış yerleri ile dolmuştur. Bazıları için bu bin beş yüz yıllık kadim yapının yanında bir çay içmek ve meydanı, Sinan’ın yaptığı zarif hamamı ve daha ilerde yekpare sedeften yontulmuş gibi duran Sultan Ahmed Câmisi’ni seyretmek vazgeçilmez bir alışkanlıktır. Burada insan sadece çay içmez, iki bin yıllık şehrin ne kadar değişmiş olduğunu ve bir sürü târihi vak’ayı da birlikte düşünür. Zira bu meydanda bütün bir Doğu Roma ve Osmanlı’nın nice macerası gömülüdür. Herhalde bu meydanın bir romanı yazılabilseydi, ne kadar zengin ve ne kadar çarpıcı olurdu.

Daha sonra sebilin köşesinden bir lâhza nefes alıp Topkapı Sarayı tarafına dönünce, muhteşem bir manzara nefesinizi keser. Solunuzda III. Mehmed’in türbesinin kitâbeli duvarı ve Ayasofya’nın her devrin bir başka üslûp ve izini taşıyan yüksek payandalı duvarları ve daha ilerde Bâb-ı Hümâyûn ve muhteşem III. Ahmed Çeşmesi karşınıza çıkar. Türbeler kısmına buradan ayrı bir kapı ile girilebilmektedir. Fakat daha önce III. Mehmed’in türbesinin pencereleri üzerinde üç satırlık muhteşem kitâbesi yolunuzu keser. Lacivert zemin üzerine altın yaldızlı celî sülüs hatlarda Sultan I.Ahmed’in babası için inşa ettirdiği bu türbeyi onun vefatından ancak dört yıl sonra 1017/1608-09’da bitirebildiği ve “Firdevs oldu merkadi Sultan Mehmed’in” denilerek bu kabrin bir cennet olduğuna işaret eden bir târih düşürülmüştür. Bu cennet bahçesine benzetilen türbe ve sebil ve bu duvarlar nice sipahi ve yeniçeri isyanlarına, nice debdebeli saltanat merasimlerine, nice elçilerin büyük küçük maiyetleriyle Bâb-ı Hümâyûn’a doğru – belki de korku ile ürpererek– yürüdüğüne şahit olmuştur.

III. Mehmed babası III. Murad gibi Manisa’da doğar ve yine babası gibi yirmi sekiz yaşında Osmanlı tahtına oturur. Cihan padişahı Koca Sultan Süleyman’ın Zigetvar seferine çıkarken doğumu haber verilen bu torunu için “Murad’ın oğlu Mehmed olagelmiştir” diyerek ismini koyduğu rivâyet edilir. Osmanlı’nın on üçüncü sultanı ve vilâyetlerde valilik eden şehzâdelerin sonuncusudur. Bundan sonra şehzâdeler artık tecrübe kazanmak için valilik yapmazlar.

III. Mehmed’in annesi Venedikli Safiye Sultan’dır. III. Murad’ın vefatıyla Manisa’daki oğluna Bostancıbaşı Ferhad Ağa’yı gümüş bir tas ile saltanat müjdecisi olarak gönderir. Ferhad Ağa’ya buna karşılık Mısır valiliği ve yirmi bin altın ihsan edildiyse de o hayatı süresince bostancıbaşı kalmayı tercih eder.

III. Mehmed için târihçiler halim, selim, ve dindar derler. Amma her şeye inanacak kadar da saf olduğu nakledilir. Adlî mahlasıyla şiir yazar. Sultan III. Mehmed’in sekiz sene gibi kısacık saltanatı davresinde devlet tabii hududları dışına çıkıp artık genişlemesi durmuş ve hattâ eldeki toprakların korunması için çareler aranmaya başlamıştır. Buna rağmen zaman zaman hâlâ fetihler devam eder, serhad boylarında kaleler, palankalar, şehirler el değiştirir. İşte III. Mehmed’e Eğri Fâtihi ünvanını kazandıran da bu yaman savaşlardan biridir. Eğri fethedilmiş, hemen sonra Haçova’da haçlı ordusu ile karşı karşıya gelinmiştir. Her ne kadar padişahın hocası, Koca Yavuz’un can dostu Hasan Can’ın oğlu Hoca Saadeddin Efendi’nin maddî ve manevî rolü olsa da, III. Mehmed ecdadı gibi büyük bir zafer kazanma şerefine, devlet de eski varlığına ve gücüne tekrar erişmiştir.

Haçova’dan sonrası için târihçiler, savaştan kaçan bir kısım askerlerin kayıtlarının silinmesi ve dirliklerinin ellerinden alınmasıyla celâliğin temellerinin atıldığını söyler. Devlet Avrupa’da, Eflak ve Erdel’le, doğuda İran’la kapışırken, içerde celâlilerle, sipahi ve yeniçeri isyanları ile uğraşır. Sarayın içi ve etrafı da çeşitli entrikalarla ve rüşvet makanizmaları ile karmakarışıktır. Buna rağmen bir Kanije müdâfii Tiryâki Hasan Paşa gibi devleti her şeyden üstün tutan yiğit vezirler hâlâ eksik değildir.

Sultan III. Mehmed’in türbesi, babası ve dedesinin türbelerindeki sistemin ufak tefek değişikliklerle devamı gibidir. Dalgıç Ahmed Ağa / Paşa burada sekizgen bir plan ve çift kubbeyi tercih etmişse de iç kubbe yine sekiz sütun üzerindedir. Tamamen mermer kaplı olan yapının köşelerinde sütunçeler saçakta mukarnaslı bir silmeye kadar ulaşır. Üç bölümlü giriş revakı ve yanlarda sonradan ilâve edilmiş olan ve içlerinde bazı kabirler bulunan birer oda daha bulunmaktadır. Girişteki bazı elemanlar değişikliğe uğramışsa da, esasda yine klasik devrin üslûbu hakimdir. İçerdeki sekiz sütun küçük kemerlerle dış duvara bağlanmıştır. Her duvarda üçer sıra ikişer pencere ve sekizgen kubbe kasnağı üzerindeki kubbede de dört tane pencere çift kubbe arasını aydınlatır.

Çinilerle, nakışlar ve celî yazılarla bir rüya bahçesini hatırlatan iç mekâna huşû ile adım atmadan kapı üzerindeki 1012/1603 târihli iki satırlık celî sülüs kitâbedeki “Rûh-i pâk-i Hazret-i Sultan Mehmed Hân içün” diye başlayan ve “Okuyun Sultan Mehmed cânı içün fâtiha” diyerek bitirilen ibâreleri görürsünüz. Ve içeriye eliniz kalbinizin üzerinde fâtihalar ve duâlar mırıldanarak girersiniz. İçerde Sultan Mehmed’in ve diğer sandukaların altında yatanların uhrevî bir âlemde uyumakta olduklarını ve onların hayat mâceralarını düşünürsünüz. Burada III. Mehmed’le birlikte I. Ahmed’in annesi, kızları ve kızkardeşleri ile koca Osmanlı âilesinin küçük bir kısmı yatmaktadır.

Türbenin içinde Cuma Sûresi, pencerelerin üstünde lâcivert bir zemin üzerinde beyaz celî sülüsle yazılmış çini bir kuşak halinde dolaşır. Yazının sonunda hattatın ismini okur ve hiç şüphesiz bir ibâdet şevkıyle bu yazıları yazan Hattat Mehmed’in rûhuna da fâtiha gönderirsiniz. Padişah türbeleri içinde hattat imzâsı taşıyan en eski kuşak buradakidir. Daha yukarılarda sekiz aslan göğsünde İsm-i Celâl, İsm-i Nebî ve cıhâr yârın isimleri, kubbedeki esmâ-yı hüsna ve diğer âyet-i kerîmeler ve rûmîli ve hatâyîli çiçek demetleri hâlinde buradaki yatanların üzerini bir mağfiret bulutu gibi sarmaktadır.