Sultan Abdülmecid Han Türbesi: 1839 – 1861
İstanbul – Yavuz Selim
Sultan Selim Külliyesi’nin yüksek sed duvarlarının üzerindeki hazîresinde Haliç tarafında bir türbe vardır. Sabah güneşini ilk bu türbe alır, poyraz rüzgârlarıyla ilk olarak bu türbe buluşur. Buradan bilhassa akşam üstleri bakıldığında Haliç en güzel maviliğine bürünür. Herhalde bir zamanlar karşıda bulunan Sütlüce, bugün tamamen işgâle uğrayarak beton deryasına dönmüş Okmeydanı ve Kasımpaşa sırtları yeşil bir derya gibi o maviliğe karışırdı.
Târihlerin zarif, nazik, duygulu ve merhametli olarak tarif ettikleri Sultan Abdülmecid Han, burada büyük dedesi o heybetli Yavuz Sultan Selim’in kanatları altında yatar. Eğer Çukurbostan tarafından gelecek olursanız önce, câminin kıble tarafında, güllerle ve servilerle dolu bir bahçe ortasında bulunan Sultan Selim Han’ın türbesini ziyaret edersiniz. Bu yiğit padişahın türbesi yanında ancak temel duvarları kalmış olan Koca Kânûnî Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Hatun’un garip mezarı dikkatinizi çeker ve niçin böyle harap kaldığını kendi kendinize sorarsınız. Türbenin tam karşısında, biraz ilerde Şehzâdeler Türbesi bulunur ve daha sonra da Sultan Abdülmecid’in türbesine varırsınız. Aslında bu türbenin Abdülmecid’in kendisinden önce vefat eden oğulları Abdüssamed ve Osman Safiyüddin için yaptırıldığı rivâyet edilir. Daha sonra kendisi ve 1876’da vefat eden Şehzâde Burhan Efendi buraya defnedilir.
Sultan Abdülmecid 1823’de doğar ve daha 17 yaşında iken 1839’da babası II. Mahmud’un vefatı ile Osmanlı tahtına geçer. Annesi Bezmiâlem Valide Sultan’dır. 22 yıl hükümdarlıkdan sonra 1861’de vefat eder. Cülûsundan hemen dört ay gibi kısa bir zaman sonra babasının başlattığı ıslahat hareketlerinin mührü demek olan Tanzimat gerçekleşir. Aslında pâdişahın yetkilerini büyük ölçüde sınırlayan bu hatt-ı hümâyûn ile devlet yeniden diriltilmek istenir. Tâ 16. yüzyılda Lütfi Paşa ve Koçi Bey’den beri teklif edilegelen bir sürü ıslahat hareketlerinin –en son denmese bile– en büyük merhalesidir. Mustafa Reşid Paşa devleti avrupalılaştırma yolunda en cesur adımı atar. Ayverdi’ye göre bu “Sultan Mecid devri, Osmanlı târihi boyunca teşebbüs edilen hâkânî inkılapların en ciddî ve en büyüğünü yapıp memleketin yeni bir medeniyetle nikâhının kıyılması” dır. Ancak “bu inkılâbın en zayıf tarafının bir ilmî ve fikrî temelinin bulunmayışı” dır.
Abdülmecid devri, bir dizi sıkıntılarla ve vak’alarla doludur. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya neredeyse tam olarak istiklâl tanınır. Mustafa Reşit, Âli ve Fuat Paşa’ların Avrupa nezdinde gayret ve îtibarları Kırım harbi gibi bazı başarılar da getirir. Bununla birlikte devletin her sahada yaptığı islahatlara paralel olarak dış borçlar, lüks ve sefahat artar; milletin bilhassa üst tabakasını alafrangalık istilâ eder. Artık sultanlar ve vezir âileleri arabalarla alış-veriş piyasalarına çıkarlar; araba gezmeleri, boğazda mehtap safaları ve eğlenceleri alabildiğine ortalığı sarar, kadınların kıyafetlerinde Avrupa tesiri açıkça görülür. Artık Boğaziçi’ne, Adalara yazlıklara gidilir. İstanbul yabancı araştırmacı, yazar ve ressamların uğrağı, Beyoğlu da neredeyse bir Avrupa beldesi olur. Birçok yenilikler, telgraf, tren gibi icatlar hemen alınır ve tatbik edilir. Bu arada Şirket-i Hayriye’nin kuruluşu, Galata Köprüsü’nün açılışı ve diğer bir çok yenilik halk açısından renkli ve hoştur.
Bununla beraber, Encümen-i Dâniş’in teşkili, mülkî ve askerî mekteplerin tesisi, Macar mültecilerinin kabulü ve Bezmiâlem Valide Sultan’ın Vakıf Gureba Hastahanesi, Mecidiye ve Teşvikiye câmileri gibi bir çok hayırlı işler de yapılır. Ancak alınan borçlarla Avrupa saraylarının bir karikatürü demek olan Dolmabahçe Sarayı, Beykoz ve Küçüksu kasırları gibi gösterişli binalar yaptırılır. Ve kader ağını örer. Zira imparatorluğu yeni bir medeniyet içine dahil etmek o kadar kolay değildir. Hele şekil yönünden değişiklikler Ayverdi’ye göre “memleketin ihtiyaç ve realitelerinden dokunmuş millî bir gelişme yapmayacak, târihî ve millî ihtiyaca cevap vermeyecek, hattâ bu ihmâl mânevî bir çöküntünün zeminini hazırlamış olacaktır”. Fakat her hâl ü kârda değişiklik kaçınılmazdır.
Sultan Abdülmecid, iyi bir hattattır. Mahmud Celâleddin’in talebesi Tahir Efendi’den sülüs ve celî sülüs meşk eder. Dindar, sohbeti güzel, nargile tiryâkisidir.
Sultan Abdülmecid’in türbesi kesme köfeki taşıyla, sekiz kenarlı, kasnaklı ve kubbeli olarak yapılmıştır. İlk bakışta Sultan Selim haziresindeki türbelerle uyum içinde görülür. İki sıra pencereli, sundurmasızdır. Kemersiz giriş kapısı üzerinde Hulûsi Efendi’nin türbenin yapılışından çok sonra yazmış olduğu 1328/1910 târihli Sad sûresinden celî sülüsle nefis bir âyet-i kerimesi vardır. Türbenin mimarı ve yapılış târihi belli değildir. Ancak içeride yatan Abdülmecid’in oğullarının 1855-56’daki vefat târihlerine bakılarak, yapının bu târihlere ait olduğuna ihtimal verilebilir.
Türbenin dış sadeliğine ve hattâ klasik çizgi nisbetlerine karşı, içi daha canlıdır. Duvar ve kubbelerde devrin zevkinin hâkim olduğu görülür. Köşelerde boya ile yapılmış korent başlıklı mermer taklîdi plastrlar, aralarında üç dilimli kemerler, kubbeyi de vazo içlerinde çiçek demetleri ve bir sürü dal kıvrımları doldurur.
Tanzimat devrinin bütün bu ruhsuz tezyînatına biraz rûhâniyet katan, pencere üstlerine asılı levhalarda bulunan fakat yakın zamanda geçirdikleri tamir sırasında çok bozulan Şefîk Bey’in celî sülüs hattıyla âyet ve hadisler, burada yatan Sultan Abdülmecid ve üç oğluna mağfiret sunmaktadır.