Albraka Kültür Sanat

Sultan I. Mustafa Han ve Sultan İbrahim Han Türbeleri


Sultan I. Mustafa Han: 1. defa: 1617 – 1618 / 2. defa: 1622 – 1623

Sultan İbrahim Han Türbeleri: 1640 – 1648

İstanbul – Ayasofya


Ayasofya’da bulunan baba, oğul ve torun üç sultan ve küçük şehzâde türbelerinden başka, ana binanın dibinde, diğer türbelerle aynı avlu içinde beşinci bir türbe daha vardır. Dışardan sanki mâbedin bir parçası gibi duran ve kadîm OsmanlıTürk türbe mimarisiyle alâkası olmayan bir yapıdır bu. Tuğladan, gösterişsiz, basit ve sade yapılı, basık kurşun kubbeli, yüksek sekiz kenarlı kasnağıyla pek de dikkati çekmez. Önünde ahşaptan sade bir saçağı vardır. Bu mütevâzî bina, Sultan I. Mustafa ve Sultan İbrahim’in yattığı yerdir. Bu basit yapı, içindeki on sekiz sandukanın altlarında yatan bir çok hanım sultan ve şehzâdelerle, Doğu Roma’nın bu eski ve muhteşem mabedini müslüman ve Türk yapan diğer unsurlarındandır.

Bizans devrinde Vaftizhâne denilen yapının Ayasofya’dan da eski olduğu tahmin edilmektedir. Fetihten sonra, burası kandil yağlarının saklandığı bir depo veya anbar gibi kullanılırken, Sultan Mustafa’nın vefatıyla, onun ahrete açılan makâmı olur. Evliya Çelebi’ye göre, diğer sultan türbelerinde yer olmadığından burası temizlenerek yeni pencereler açılır, hattâ hasbahçeden toprak getirilerek düzeltilir. On yıl kadar sonra 1648’de Sultan İbrahim de buraya defnedilir.

Kare planlı ve dört köşesinde dört eksedra bulunan türbede bir takım Bizans işi tezyînatın dışında hemen hiç yazı ve bezeme yoktur. İçi diğer türbelere göre, sanki yatanların ruh yapılarını gösterircesine, garip ve hüzünlüdür. İnsan hemen yanıbaşındaki muhteşem türbelerden sonra bu hazin tâlih üzerinde derin bir düşünceye dalmaktan kendini alamaz.

Târihlerin “deli” dediği Sultan Mustafa için Evliya Çelebi “sâhib-i kerâmet bir pâdişâh idi...” der. Zaten halkımızın deliyle velîyi birbirinden ayırmaması çok gariptir. Onlar bir başka derûnî gözle hemen bütün delilere ve meczuplara bir nevi velî gözüyle bakar; aralarındaki ince çizgi çoğu zaman onların birbirine karışmasını önleyemez.

Bu bahtsız pâdişah, kardeşi Sultan I. Ahmed’in canını bağışlamasına rağmen on dört yıl bir odada mahpus kalır. Mülkün

sahibi Osmanoğlu’nun nizâm-ı âlem için çektiği nice çilelerin yalnızca biridir bu. Sultan Mustafa, Sultan I. Ahmed’in vefatıyla birdenbire kendini dünyanın o günkü en güçlü devletinin başında bulur. Zira Sultan Ahmed’in şehzâdeleri henüz çok küçüktür. Ne hazindir ki, Sultan Mustafa olanların farkında mıdır, bilinmez!.. Zaten cülûs merasimi, Eyüp’de kılıç kuşanma ve diğer merasimlerde halk ve ordu ile diğer devlet erkânı her şeyin farkına varır ve üç buçuk ay sonra tahttan indirilerek yerine Sultan II. Osman geçirilir. Kısacık pâdişahlığı, iktidar yokluğundan her türlü rezalet ve habâsetin uluorta yapıldığı ve sözün iyice ayağa düştüğü bir devir halini alır.

Sultan II. Osman Osmanlı târihinin en fecî olaylarından biriyle daha hal edilmeden Sultan Mustafa ikinci defa 1622’de tahta geçirilir. Fakat, bu ikinci saltanat ancak on altı ay kadar sürebilir ve 1623’de Sultan İbrahim halledilir ve Sultan IV. Murad pâdişah yapılır.

Sultan İbrahim Sultan Ahmed’in en küçük oğludur. IV. Murad kardeşleri Süleyman, Kasım ve Bayezid’i ve hatta bir rivayete göre amcası Sultan Mustafa’yı katlettirirken ona dokunmaz. Talihin bir cilvesi veyahut kader diyelim. Zira çok genç yaşta ölen IV. Murad’ın erkek çocuğu yoktur. Ve böylece hânedan Sultan İbrahim neslinden yürür. İlk oğlu Şehzâde Mehmed ilerinin IV. Mehmed’i, Şehzâde Süleyman II. Süleyman’ı ve Şehzâde Ahmed de II. Ahmed’i olurlar.

Sultan İbrahim’in yedi sene gibi uzun bir zaman, kapalı bir odada kardeşlerinin birer birer ortadan kalkmasını ve her an kapıya gelecek celladın korkusuyla yaşadığını tahmin edebilirsiniz. Bu zavallı şehzâde deli değilse de, sinir buhranları ile yaşamaktadır. 1640’da tahta 25.5 yaşlarında çıkar. Önceleri kardeşinin vefat ettiğine inanmaz, kendisini aldattıklarını zanneder. Bir anda dünyanın en güçlü devletinin başında olmak onu daha da asabî yapar. Bazı târihçilerin insafsızca “deli” dedikleri bu talihsiz pâdişâh, tahta çıktığı sırada Allah’a şükreder ve kendi zamanında milletin hoşluk içinde olmasını ve birbirlerinden de hoşnud kalmalarını temenni etmesi, onun hiç de hafife alınmayacak bir yaradılışta olduğunu gösterir. Mütevâzî, saf ve herkese inanan bir yapısı vardır. Zaman zaman kendisinin bu makama lâyık olmadığını söyler.

Saltanatının ilk yıllarında devlet işleriyle ciddî olarak ilgilenir. Fakat zaman içinde etrafını alan bir takım kimseler onun her söylediğinin ve yaptığının kerâmet ve hatasız olduğunu telkin ederek sefahata ve Evliya Çelebi’nin ifâdesiyle “...rüşvet ve zenan sohbetine dadandırılub...” yoldan çıkarmıya başlarlar. Buna rağmen Girit fethiyle bizzat her gün uğraşır ve hemen her gününü tersanede geçirir. Asabî yapısı yüzünden zaman zaman çok sert ve fevrî kararlar alır.

Zamanında Azak Kalesi alınır. Akıncılar Bavyerayı çiğner, deniz harplerinde zaferler kazanılır, İspanya ve İtalya sahilleri vurulur. Eflak ve Boğdan ve Kazak denizcileri tekrar hizaya getirilir.

Bütün bunlara rağmen saltanatının sonlarına doğru, hemen her türlü müdahalesini sınırladığı; fakat ikbal hırsıyle etrafına dehşet saçan annesi Kösem Sultan’ın ve ondan nimetlenen birtakım askerlerin ve devlet adamlarının, hattâ ulemânın ördüğü dalavere ağından kurtulamaz. Hükümdarlıktan alınıp tekrar bu sefer pencereleri bile örülü bir odaya yanına iki cariye verilerek hapsedilir. On gün sonra da, tekrar saltanata dönme ihtimalini büsbütün ortadan kaldırmak için, uydurma bir fetva ile hayatına son verilir. Ve yerine henüz bir çocuk olan oğlu IV. Mehmed geçirilir.

Bazı târihçilere göre hakkında söylenen bir çok olumsuz hikâye sonradan uydurulmuş ve yakıştırılmıştır. Onlara göre Telli Haseki, Şekerpâre Kalfalar, İpşir ve Varvar Ali Paşa vak’aları uydurma olmasa bile mübalâğa edilmiş vukûat olarak telâkkî edilmelidir.

Onun da cenazesi önünde töre gereği ters eğerli atları yürür ve vezirler matem elbisesi siyah kaftanlar giyer ve Doğu Roma’nın bu en büyük manastırının bir köşesinde türbeye çevrilmiş olan bu mütevâzî ve garip yapıya, amcası talihsiz I. Mustafa’nın yanına defnedilir. Saltanatın sinir hastası bu iki mensûbunun ebedî istirâhatgâhlarında bir arada tutulması acaba tasadüf müdür, bilinmez.