I. Murad Hüdâvendigâr Türbeleri: 1362 – 1389
Bursa ve Kosova
Evliya Çelebi Bursa için, “rûhâniyetli şehr-i kadîmdir” der.
Hakikaten Bursa’ya gelen bir yolcu, her adımda ve her köşe başında, rastladığı her duvar parçasında, mezarlıklardaki her “Hüvelbâkî” de, kubbe ve kemerlerde, çeşmelerde ve çınar ağaçlarında, zümrütten oyulmuş gibi uzanan Bursa ovasının yeşilinde, su ve kanat seslerinde, nice tılsımlı isimler taşıyan semtlerinde bu ruhâniyeti iliklerine kadar yaşar.
Bursa’da Çekirge yolundaki Murad Hüdâvendigâr’ın câmi ve türbesinin bulunduğu yer de o ruhâniyet dolu yerlerdendir. Orada o derviş meşrep velî hükümdarın sırlı mâneviyatının sizi sardığını hissedersiniz. Onun Bursa ve Kosova’da bulunan her iki türbesini ziyaretinizde Kosova’da şehit düşen bu gâzî hünkâr size bir başka âlemin sisleri arasından bazı sırlar fısıldar. Nitekim, Kosova’da onun bir velî olduğuna inanılır ve kendisine târihde “Melikü’l-meşâyih Gâzî Murad,” yani şeyhlerin, gâzî dervişlerin hükümdarı denildiği nakledilir. Kosova’lı Türkler için Hüdâvendigâr Gâzî Murad Han, o kadar müstesna bir yere sahiptir ki, o sahrada yılda bir defa açan al bir çiçeğin orada yatan on binlerce şehidin kanlarıyla bu rengi aldığı hoş bir rivayet olarak hâlâ söylenir.
Târihler naklederler ki, gâzî hünkâr, 1389’da Kosova Sahrası’da o müthiş harbden bir gece önce sabaha kadar Hakk’a yakarmış ve bu zafere karşılık kendi canını bedel olarak sunmuştur. Menkıbeler, bu hâlis niyetin karşılığını şehâdetiyle ödediğini nakleder. Gâzî hünkârın o büyük zaferden sonra harp sâhasını gezerken hançerlenerek şehid edilişini ürpererek hayal edersiniz. Herhalde bundan dolayı Sultan Murad kendisi gibi binlerce şehidin serdarı olarak Hakk’a dîvan durup şükürler etmiş olmalıdır. Büyük şehidin iç organları bulunduğu yere gömülmüş ve orası Meşhed-i Hüdâvendigâr namıyla kıyâmete kadar bâki kalacak ulu ve mübarek bir makâm olarak tebcil edilmiştir.
Daha sonra üzerine muhtemelen oğlu Yıldırım Bayezid tarafından bir türbe yaptırılır. Naaşı ise Bursa’ya getirilerek bugün Bursa ovasına bakan Çekirge’deki câmisinin karşısındaki türbesine defnedilir.
Murad Hüdâvendigâr’ın Bursa’nın fethi târihinde yani 1326’da doğmuş olması da hayalhânemizi bir yığın menkıbeyle doldurur. O, varlığıyla, bulunduğu semtle, câmisi ve türbesiyle, Bursa’nın bütün havasına bir ruhâniyet katmıştır. İnsanın hayatını doğum ve ölüm olarak basit ve sade bir ifadeyle düşünürsek, eski insanların bu iki vak’anın her ikisini de en tabii bir hadise olarak telâkki ettikleri görülür ve Evliya Çelebi gibi “Gün akşamlıdır, devletlim, dün doğduk bugün ölürüz” diyebilirler. Hatta Sultan Murad’ın şehâdeti daha sonra gelenler için gıpta edilen bir mertebe olarak telâkki edilmişdir. Nitekim, koca vezir Sokollu Mehmed Paşa her gece yatsı namazından sonra bir kölesine târih okuturmuş; bahis, Sultan Murad’ın Kosova’daki şehâdetine gelince her seferinde ağlayarak ellerini semaya açar ve Hak’dan kendisine de böyle bir şehâdet nasip etmesini dilermiş. Koca Sokollu... Hıristiyan Boşnak bir aileden gelen ve hatta bir kardeşi papaz olan bu koca devletli de bir gün Gâzî Hüdavendigâr gibi bu hâlis duâsına kavuşur ve böyle bir duanın ertesi gününde dîvanda hançerlenerek şehid edilir.
Bursa’da Murad Hüdâvendigâr’ın o kal’a misal câmi ve türbesinde ve hattâ Kosova’daki Meşhed-i Hüdâvendigâr’da dua ederken, Rumeli’nin fethinde beraber olduğu kardeşi Gâzî Süleyman Paşa ve diğer akıncı beyleri, ve civardaki binlerce şehid iç dünyamızda bizi menkibevî rûhâniyetleriyle sararlar. Bilhassa gâzî hünkârın, 1360’larda Evranos Gâzî’ye yazdığı bir emirnâmede onun Gâzî Süleyman Paşa ile Rumeli’ne geçişlerini hatırlatıp, ona çeşitli in’amlarda bulunuşu ve onun bazı isteklerine, evlâdlarına kendisinden sonra riâyet edilme isteğine “başım üzeredir” diye cevap vermesi ve ona emîrülmüminîn pâyesini verdiğini söylemesi, tam ulu bir hükümdâra yakışır pâdişâhâne bir tavırdır. Amma, yine de Gâzî Evranos’u “...Bir vilâyete beğ olmak iki kefeli bir terâzidir; bir kefesi cennet, bir kefesi cehennemdir.” diye îkazdan da geri kalmaz.
Murad Hüdâvendigâr, “karındaşım ve emîrim” dediği ağabeyi Rumeli Fâtihi Gâzî Süleyman Paşa’nın bir kazâ sonucu vefat etmesiyle devletin yükünü omuzlar. Hayatı, Rumeli’de gazâ ve Anadolu’da Türk birliğini kurma yolunda geçer. Gâzî ve şehid hünkâr, derviş-meşrep tabiatına rağmen – veya belki de hakikî derviş olduğundan– büyük bir siyâset ve devlet adamı, müşfik ama müsamahasız, seciyeli, âdil, sözüne sadık ve son derece iradelidir. Rivayet edilir ki, otuz yedi seferde bizzat bulunmuştur. Hükümdarlığı sırasında devletin topraklarını 95 000 km2’den beş misli büyüterek 500 000 km2’ye çıkarmıştır. Gâzî Süleyman Paşa ile başladıkları Rumeli fethini tamamlar, Edirne ikinci pâyitaht olur. Efsânevî akıncı beylerinden Gâzî Evranos Bey, Hacı İlbeyi, Lala Şahin, Mihaloğulları ve Gâzî Timurtaş paşalar Bulgaristan, Arnavutluk, Makedonya ve Yunanistan’ın kapılarını zorlar.
Bu velî pâdişah, bir savaş eri olduğu kadar, îmar ve halka hizmet eridir de. Onun bilhassa annesi Nilüfer Hâtun’un rûhu için İznik’de yaptırdığı imâretde ilk çerâğı kendisinin uyandırdığını ve babası Orhan Gâzî gibi yoksullara kendi elleriyle aş dağıttığını târihler nakleder. Sadece bununla da kalmaz, yeni fethettiği yerlere tuğrasını vururcasına câmiler, medreseler, mektep ve imaretler de yaptırır. Bunlardan, Edirne, Filibe, Niş, İştip ve Tuzla’da yaptırttığı câmi ve medreseleri görüyoruz. Bursa’da ise kendi câmisi üzerindeki medresesi Osmanlı mimarisinde hemen tek örnektir. Ayrıca mektep ve zaviyesi de bulunmaktadır. Bunlara ilâve olarak onun Anadolu’nun çeşitli yerlerinde İpsala, Gönen, Keles, Behram Kale’de bulunan diğer câmilerini de sayabiliriz.
Kosova’daki Sultan Murad Türbesi zaman zaman tamir görür. Evliya Çelebi, 17. yüzyılın ortalarında Sultan Murad’ı şehîd eden Miloş Kabiloviç’in yakındaki tepede –bugün de hâlâ duran– seyyahları ağırlayan, içi zengin eşya ile dolu bir manastırının bulunduğundan bahis ile Murad Han Gâzî türbesinin bir hayli bakımsız olmasından derd yanar. Bu durumu haber verdiği Melek Ahmed Paşa da bunun üzerine türbeyi tamir ettirir ve etrafına bir duvar çevirtir, içine bir kuyu açtırır, avlusuna ağaçlar diktirir ve vazifeler tayin eder ve bu mübarek makâmı yeniden şenlendirir. Herhalde bu hizmetleriyle Evliya Çelebi ve Melek Ahmed Paşa Murad Hüdâvendigâr’ın rûhunu hoşnud etmiş olmalıdırlar. Ziyaretçiler burada bir taraftan gâzî hünkâra fâtihalar yollarken bir taraftan da koca Osmanlı’nın güzîde bir padişahını şehid eden biri adına hem de aynı yerde bir manastırın ve kabrin yapılmasına nasıl müsaade edildiğini ve nasıl bu kadar hoşgörüde bulunulduğunun sırrını hayret ve ibretle düşünür.
1850’lerde Sultan Mecid, ecdadının bu ulu makâmını tamir ettirir. Sultan Reşad da 1911 târihindeki meşhur seyahatinde ulu ceddini ziyaret eder ve Kosova sahrasında binlerce kişiyle cuma namazı kılar. Bu vesile ile türbe tekrar tamir edilir ve bir çeşme yaptırılır ve kitâbe konulur. İnsan, zamanın hükümdarının mahşeri andıran kalabalıkla kıldığı cuma namazının bir hayal olmadığını bilerek heyecan duyar. Bu hadise imparatorluğun her tarafında ve bütün Avrupa’da derin akisler bırakır.
Bugün Balkan topraklarının bir köşesinde garip kalan Murad Han Gâzî’nin türbesi, kare planlı, kubbeli, geniş saçaklı fakat rûhâniyet ve heybet taşıyan sade bir yapıdır. Sultan Murad, burada, civarındaki tepede Gâzî Mestan türbesi ve binlerce şehidle birlikde yatmaktadır. Kosovalı Türkler, bu beldenin hakiki sahibi bildikleri bu velî hünkârın makâmını her zaman ziyaret ederler ve adaklar adarlar. Ziyaretçi, bu ulu makâmda ve binlerce şehidin yattığı bu sahrada o müthiş savaşın velveleli uğultusu ile ve şehid ruhlarının dokunuşlarıyla ürpermekten kendisini alamaz.
Hüdâvendigâr’ın Bursa’daki diğer türbesi de kare planlı, ortası kubbeli, yanları tonozlu ve saçaklı bir yapıdır. Üzerinde 1741 târihli bir kitabe vardır. Türbede Sultan Murad’la birlikde yedi kabir daha mevcuddur. Sultan Murad’ın kabri, kubbeyi taşıyan sekiz sütunun ortasındadır. Bir zamanlar içerde vakıf ve hediye olarak şamdanlar, Kur’an-ı Kerim’ler ve Sultan Murad’ın zırhı, hırkası ve serpuşu hatta Bilecik Kalesinin anahtarının dahi var olduğu söylenir.
Bugün câmi ile arasından bir yol geçen bu mübarek makâmı ziyaret edip Gâzî Hüdâvendigâr’ın ve yanında yatan oğlu Şehzâde Yakup Çelebi’nin ve diğerlerinin ruhlarına fâtihalar okursunuz.