Albraka Kültür Sanat

Hatice Turhan Sultan Türbesi


Hatice Turhan Sultan Türbesi

Sultan IV. Mehmed Han: 1648 – 1688

Sultan II. Mustafa Han: 1695 – 1703

Sultan III. Ahmed Han: 1703 – 1730

Sultan I. Mahmud Han: 1730 – 1754

Sultan III. Osman Han: 1754 – 1757

İstanbul – Eminönü


Ístanbul’un panoramasında ufuk çizgisinin altında cesine gelip, sözün ayağa düştüğü, hırsların aç kurt gibi bütün Haliç’in üstünde yükselen bir câmi vardır ki, Galata’dan Eminönü’ne doğru gelenlerin gözüne ilk o ilişir. Yüksek kubbesi ve iki minaresiyle klasik üslûp çizgilerinin son bir yansıması gibi görünen bu yapı, İstanbul ufkunun parlayan yıldızı gibidir. Bilhassa oryantalist ressamlardan denilebilir ki hiç kimse karlı ve puslu kış günlerinde yahut sisli havalarda veya akşam güneşinde onun Haliç’e düşen zarif silüetini, minareleriyle bütünleşen yelkenli gemilerini, kayıklarını ve İstanbul’un bu rüya gibi havasını çizmemiş olsun.

Bu câmi, 1598’de tâ III. Sultan Mehmed devrinde Safiye Sultan tarafından temeli atılan ve ancak 68 yıl sonra 1664’de yine bir başka Sultan Mehmed, yani, IV. Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan tarafından bitirilen Yeni Câmi’dir.

Hatice Turhan Sultan ... Ancak devletin selâmet ve bekâsı husûsunda haris olan bu yaman ve hamiyetli hanım sultan, sadece yarım asırdan fazla harabe halinde duran bu câmiyi bitirmekle kalmayıp, bir külliye hâlinde tamamlatmış ve pek haklı olarak, bir tarafına kendisi için de bir türbe koydurmuştur. Mimar Davud ve takiben Dalgıç Ahmed ağaların eliyle başlatılan câmi, I. Sultan Ahmed devrinde de öylece garip ve yalnız durur, zamanını bekler. Evliya Çelebi o sıralarda bu bitmemiş ve ancak kubbe kemerlerine kadar gelmiş olan câmiye, halkın “Zulmiyye” dediğini yazar.

IV. Sultan Mehmed, çok küçük yaşta, 6.5 yaşlarındayken 1648’de tahta geçer. Annesi Hatice Turhan Sultan ise daha 21 yaşlarındadır. Târihçiler onun saltanat devresini üçe ayırırlar. Koca Vâlide Kösem Sultan’ın ve ocak ağalarının idaresinde geçen sekiz yılllık dehşet devri, sonra yirmi yedi yıllık Köprülüler devri ve nihayetinde de devletin tekrar çözülüp –yatağını terk eden seller gibi– yavaş yavaş, tâ Budin’e ve Belgrad’a kadar çekiliş devri. Bu, Osmanoğlu’nun azametli hikâyesinin en acı safhalarındandır.

Bu fedâkâr hanım sultan, devletin neredeyse yok olma derecesine gelip, sözün ayağa düştüğü, hırsların aç kurt gibi bütün devlet yapısını kemirdiği bir devirde Kösem Valide Sultan’ı bertaraf eder ve sekiz yılda değişen on dört sadrazamdan sonra kendisi kadar hamiyetli olan vâlide kethüdâsı Mimar Koca Kasım Ağa’nın telkiniyle Köprülü Mehmed Paşa’yı sadrazam yaparak devleti yeniden eski ihtişamına kavuşturma yolunda cesur bir adım atar. Bütün bu dehşet dolu yıllardan sonra nihayet devlet, Köprülüler devrinde tekrar neredeyse Kânûnî zamanını aratmıyacak bir debdebe ve haşmete ulaşır. Fakat, bu tekrar diriliş gibi görünen parlayış, aslında yanıltıcıdır. Girit’in fethi, vesaireden sonra Viyana önünde başlayan çözülüş daha sonraki yüzyıllarda devam eder gider.

Sultan IV. Mehmed’e ava düşkünlüğünde dolayı “avcı” denir. Hakikaten sevgili gözdesi Gülnuş Haseki Sultan’dan sonra en büyük aşkı bu av iptilâsıdır. Bu yüzden pâyitaht neredeyse Edirne’ye taşınır. Hünkâr yaman bir binici ve korkusuz bir silahşördür ve zevk u sefahattan da, devlet işlerinden de ziyade avla meşguldür. Zira devlet Köprülüler’in dirâyetli ve hamiyetli ellerindedir. Târihler onun en büyük hatâsının, Viyana bozgununun müsebbibi olarak gördüğü Kara Mustafa Paşa’yı yerine dirayetli bir adam bulmadan katlettirmesi olduğu hükmünü verir. Neticede, tahttan 1688’de indirilir ve oğullarıyla birlikde İstanbul ve Edirne’de beş yıl kadar ikâmete mecbur tutulduktan sonra 51 yaşındayken 1593’de vefat ederek annesinin yanına gömülür. Bu arada ölmeden yerine sırasıyla geçen kardeşleri II. Süleyman ve II. Ahmed’in saltanatlarına da şâhit olur.

Hatice Turhan Sultan Türbesi, bugün, yolun diğer tarafında kalmıştır. Araştırmalar bize, külliyenin önünde duran Bizans surlarının Mısır Çarşısı’na kadar uzandığını, diğer tarafdan da kıble yönündeki sebile bir kolla kavuştuğunu göstermektedir. Bugün türbe ile çarşı arasındaki ulu çınar ve kestane ağaçlarıyla ve çayhanelerle dolu olan cıvıl cıvıl park, o zaman külliyenin dış avlusunu teşkil etmektedir. Hatice Turhan Sultan burada kendi türbesiyle birlikte, çarşı, sebil, dârülkurra, sıbyan mektebinin yanısıra hünkâr kasrını ve çeşmesini yaptırır. Ve türbesine 

1683 yılında da önce kendisi defnedilir, daha sonra da oğlu ve torunları onu bu ebedî âlemin kapısında yalnız bırakmazlar.

Mısır Çarşısı’nın genzi yakan baharat kokuları arasından, renk cünbüşü içindeki çiçekçilerin ve diğer çok çeşitli ve renkli esnafın arasından geçerek Yeni Cami karşısındaki ulu çınarların gölgesinde bir çay içmek için oturduğunuzda, yan tarafınızdaki türbe ve onun yaydığı manevî havadan etkilenmemek mümkün değildir. Zaman burada tamamen izâfî bir örtü gibi dalgalanır, yer yer açılır ve Osmanoğlu’nun maceralı yolculuğu sırasında yaşadığı debdebe ve ihtişam yanında nice elim vak’alar bir bir gözünüzün önünden geçer.

Oradan kalkıp türbeye, bu Osmanoğlu’nun klasik üslûpta Evliya’nın dediği gibi “tarz-ı kadîm üzre” yaptığı son binaya yönelirsiniz. Bazılarına göre 18. yüzyılın ortalarına kadar gelen bu tarz mimarî onun şahsiyet ve karakterini en iyi ifâde eden, henüz kendisini kaybetmediği ve kendisinin kendi olduğu bir dünyayı en iyi aksettiren çizgilerdir. Dış avludan içeri girerken her ziyaretçi neler düşünür ve hisseder, bilinmez. Ancak bu büyük kadının hayatını biraz bilenler ne yaman bir mücadeleden sonra devlete çekidüzen verdiğini ve bunun için nelere katlandığını düşünmeden edemez.

Türbe, plan olarak Sultan I. Ahmed’in türbesinin benzeri, fakat biraz daha büyüğüdür. Ortası kubbeli, yanları aynalı tonozları olan revak duvarları bir çini deryası içindedir. İznik çinisi buradaki örneklerinde 16. yüzyıl ihtişamını ve kalitesini yitirmişe benzer. Buna rağmen, esmâ-yı hüsnânın lâcivert zeminli çini kuşakta beyaz celî sülüs hatlar halindeki mûsıkîsi olağanüstüdür. Aynı üslûp ve tarz içerde de tekrar Mülk Sûresinde devam eder. Bu zarif istifli ve oturaklı yazıların mütevâzî hattatı bilinmiyor. Yeni Câmi’nin çinilerinin hattatı Teknecizâde İbrahim olduğuna göre, bu yazıların da aynı hattatın olması ihtimali vardır. Ancak bu çağ aynı zamanda Hafız Osman gibi hattatların, Nâilî ve Nâbî gibi nice şâirlerin ve sanatkârların, mûsıkîde Itrî gibi bir dehânın yaşadığı çağdır. İnsan muhayyilesi birinden diğerine atlayarak bu hattat ve sanatkârların vecidli gölgelerinin burada dolaştığını sanabilir.

Revakın sağındaki kapıdan 1137/1724 târihli ek bir yapıya girilir. Arapça kitâbesi sanki gözlerden bilinmez bir maksatla gizlenmiş gibi, kapının iç tarafındadır. Bu, iki satır hâlinde celî sülüsle yazılmış olan dört beyitlik kitâbeye göre, yapı III. Ahmed tarafından kütüphane olarak 60 yıl sonra ilâve ettirilmiş olup, türbenin mermer kaplı beden duvarlarından ve revakından farklı biçimde taş ve iki sıra tuğla ile inşa edilmiştir.

Türbenin son derecede güzel, sedef kakmalı kündekârî ahşap kanatları üzerinde, yine “Ey kapıları açan (Allah), bizim de kapımızı hayırla aç” mânâsına gelen “Yâ müfettihe’l-ebvâb....” ibârelerini okursunuz. Daha yukarıda yekpâre mermer kapı kemeri üzerinde “Rabbenâ âtinâ ...” duası celî sülüs hatla altın yaldızlara bürünmüş olarak sizi karşılar. Bu türbede de I. Ahmed türbesinde olduğu gibi, kapı üzerinde cümle kapısı aralığından çıkılan bir balkon bulunmaktadır. İnsana bu balkon sanki îtikâfa çekilen mütevâzî sanatkârların, uzlete çekilen hak âşığı dervişlerin sırlı mekânı gibi geliyor. Türbenin içinde pencerelerin üstlerine kadar çini panolar şeklinde, lacivert zemin üzerine beyaz celî sülüs yazı kuşağı bütün duvarları bir mağfiret hâlesi gibi dolaşır. Üç sıra hâlindeki pencerelerin renkli camlarında süzülen nûrânî ışık, kubbe nakışlarından, aslan göğüslerindeki tezyinattan, malakârîlerden aksederek burada yatanlar üzerine bir rahmet bulutu gibi çökmektedir.

Türbenin içerisi sandukalar, selîmî destarlar, sarıklar mahşeridir. Hatice Turhan Sultan’dan başka beş pâdişah, Sultan IV. Mehmed ve oğulları Sultan II. Mustafa ve Sultan III. Ahmed, II. Mustafa’nın oğulları Sultan III. Osman ve Sultan I. Mahmud burada yatmaktadır. Ayrıca Sultan II. Mustafa’nın Sultan IV. Mehmed için yazdığı dört beyitlik bir kasidesi ahşap bir levhaya talikle iki satır halinde işlenmiştir. Ve aynı zamanda Osmanoğlu âilesinden niceleri, altınla işlenmiş âyetlerle kaplı yeşil pûşîdeli diğer sandukalarda sedef kakmalı ahşap parmaklıklar arkasında son uykularını uyumaktadırlar.