Ertuğrul Gazi Türbesi: ... – 1280
Söğüt
Günlerden bir gün, Türk Oğuz’lardan ve Kayı Boyu’ndan Karakeçili Aşireti’nin beyi Gündüz Alp –veya bir rivâyete göre Süleyman Şah Asya’dan kopup gelmişti. Menkıbeler, Gündüz Alp’ın elli bin göçer evlü Türk ile Anadolu’ya ve oradan da Suriye’ye giderken atıyla Fırat Irmağı’nda boğulduğunu ve Caber Kalesi önüne defnedildiğini nakleder. Bu kutlu yere sonradan bundan dolayı “Mezâr-ı Türk” derler ki, bugün de aynı adla anılmakta devam eder gider.
Daha sonra bu efsânevî elli bin göçer evli Türkün bir kısmı Gündüz Alp’ın üç oğluna uyar, yollarına devam ederler. Üç oğuldan Gündoğdu ve Sungur Tekin tekrar Türkistan’a dönmeyi tercih ederlerken, Ertuğrul kalan dört yüz kadar çadır halkıyla Anadolu’da kalır... Ve böylece Osmanoğlu’nun asırlar süren mâcerası başlar. Yine rivâyetlerden bir rivâyet veya efsânelerden bir efsâne olarak, Ertuğrul Bey’in aşireti, seferleri sırasında savaşan iki kuvvete rastlar ve yenilmekde olan Selçuklu kuvvetlerine yardım ederler. Bu olay Selçuklu Sultanı nezdinde aşiretin itibarını yüceltir.
Aşiretin önce Ankara Karacadağ ve daha sonra Söğüt ve Domaniç’e yerleşmesi de efsanelerle karışıktır. Bizans ve Moğollarla nice kere savaşırlar, gazâlar ederler ve sonunda Selçuklu Sultanı’nın îtibarlı bir uç beyliği olurlar. Ertuğrul Gâzî ile Anadolu’ya görelim kimler gelmiş: İşte Kocaeli fâtihi Akça Koca, Konrapa fâtihi Konur Alp ve Turgut Alp ve diğerleri... Samsa Çavuş, Kara Tekin, Abdurrahman Gâzî, Saltuk Alp... gibi destânî isimler... Hepsi de muhayyelemizde gazâ kılıcını kuşanmış, dilâverlik kemerini pekce bağlamış masalvârî dev yapılı yiğitlerdir. Ve her birinin hayatı bir sürü efsâne ve destanla karışıktır.
Bugün Bilecik’den Söğüt’e dolambaçlı yollardan geçerek vardığınızda karşınıza son derece mütevâzî bir türbe çıkar. Taş ve tuğla ile inşa edilmiş altı köşeli, kubbeli, bir yapıdır bu. Çam ağaçları ile dolu avludaki bu basit türbede üç kıt’aya yayılmış bir imparatorluğun, Osmanlı Devleti’nin atası, efsanelerle karışık sırlı bir târihle iç-içe yatmaktadır; bu mâzi sizi kendine çeker, kavrar, geçmiş yüzyılların ağırlığı omuzlarınıza çöker. Devletin daha sonra eriştiği azamet ve ululuğuna karşılık burada karşınıza çıkan sadelik ve tevâzu hayallerinizin üstündedir.
Türbenin kapısı üzerindeki II. Abdülhamid’in 1304/1886 târihli tamir kitabesinde bugünkü yapının Sultan Ahmed tarafından 1171/1757 de yeniden yaptırıldığı, daha sonra da Sultan Mecid’in iki çeşme ve bir şadırvan ilâve ettiği yazılıdır. Ancak kitâbede yazı ile verilen 1757 târihi Sultan III. Mustafa devridir. İsimler, resimler, târihler... Ne önemi var? Ziyaretçi, burada, kendisini bir başka dünyada, bir başka kutlu âlemde bulur ve zihnen asırları bir hamlede aşarak bütün bunların, bu basit taş ve tuğla duvarların, kurşun kaplı kubbenin, bütün isim ve târihlerin geçici ve izâfî olduğunu düşünür.
Ertuğrul Gâzî’nin daha önceki türbesi nasıldı, bilinmiyor. Ancak, Evliya Çelebi 17. yüzyılda bile yapının o kadar mükellef olmadığını söyler. Ertuğrul Gâzî’nin vakfı Orhan Gâzî tarafından kurulur ve büyük bir ihtimalle ilk türbe de onun tarafından yaptırılmış olabilir. Osmanoğlu bu ulu atasına kendisinin mütevâzî yaradılışına yakışan ve yaraşan bu yapıyı layık görmüştür sanki. Belki de bu, onların sadece îlâ-yı kelimetullah, yani Allah’ın adını yüceltmek için gayret kuşağını kuşandıklarının ve kendi nefislerini arka plana attıklarının bir delili olmalıdır.
Ne hazindir ki, bugün türbenin pencerelerindeki demir kepenklerde Yunanlıların Anadolu’yu işgal teşebbüsleri sırasında attıkları kurşun izleri, gelecek nesillere bir ibret olarak hâlâ durmaktadır. Nitekim Yunanlılar yiğitliklerini ancak ölülerimize karşı gösterebilmişler ve bu küstahlıklarını sonunda vatanın harîm-i ismetinde boğulmak suretiyle ödemişlerdir.
Bugün Söğüt’teki Ertuğrul Gâzî’nin türbesi civarında zevcesi Halime Hatun, oğlu Savcı Bey ve kardeşi Dündar Bey yatmaktadır. Ayrıca Osman Gâzî’nin makâm kabri de buradadır. Rivâyet olunur ki, Osman Gâzî, önce buraya gömülmüş, Bursa fethedilince de vasiyeti mûcibince götürülerek Bursa’daki Gümüşlü Künbed altına defnedilmiştir.
Yıllar, asırlar geçer... Kayı Boyu’nun Karakeçili aşireti yörükleri her yıl Eylül ayında eski kıyafetleri, sancak ve davullarıyla bu mübarek makâmı, Osmanlı Devleti’nin ve kendilerinin bu kutlu atasını ziyaret ederler. Türbenin çevresini atlarıyla tavaf edip bu mubarek zâtın ruhuna fâtihalar okurlar. Daha sonra mevlidler ve dualarla ziyafetler çekilir, ciridler oynanır ve Ertuğrul Gâzî’yle silah arkadaşlarının ve nice şehidlerin ruhları şâd edilir.