Albraka Kültür Sanat

Sultan III. Murad Han Türbesi


Sultan III. Murad Han Türbesi

1574 – 1595

İstanbul – Ayasofya


Sultan III. Murad Han Türbesi Albaraka Özel Koleksiyonu

Sultan III. Murad 1595 yılında vefat eder ve türbesi muhtemelen o sırada mimarbaşı olan Davud Ağa tarafından yapılır. Zira Koca Mimar Sinan 1588’de vefat etmişdir. Ayasofya haziresine girdiğinizde hemen sağımızda bulunan daha küçük Şehzâdeler Türbesine bitişik ve babası II. Selim’in türbesi yanındadır. Mimar Sinan’ın Sultan Süleyman ve II. Selim türbelerinde olduğu plan şemasına, yani kubbenin içerdeki sütunlara oturtulmasına göre yapılmıştır. Altı köşeli ve kubbeli ve mermer kaplı olan türbenin bir duvarı caddeye bakar. Dışarıda ziyaret-hacet penceresine erişmek için yapılan merdivenli bir seki vardır. Avlu duvarları iki taraftan türbeye bitişir.

III. Sultan Murad’ın türbesine kırmızı porfir sütunlar üzerinde üç kemerli giriş saçağı altından girersiniz. Kapının iki yanında muhteşem çini panolar mevcuttur. Ahşap kündekârî kapısı sedef ve fildişi kakmaları ile sizi karşılar. Bu muhteşem kapılar Mimar Dalgıç Ahmed Ağa/Paşa’nındır. Şükredilir ki, Koca Mimar Sinan’ın büyük talebesi kapı kanatları üstüne ismini yazmıştır. Lâle biçiminde kırmızı beyaz taşlarla örülmüş kemer üzerindeki kitâbe yeri boştur. Ancak çini panolar üzerinde Sultan Murad’ın ruhu için celî sülüsle yazılmış dualar size gülümser.

İçerde kubbeyi taşıyan sütunlar, dış duvarlara demir gergilerle bağlanarak iç hacmi genişletir ve hareketlendirir. Çini kuşaktaki Mülk Sûresi’nin ilk 22 âyeti ziyaretçiye aslında mülkün hakiki sahibinin yalnızca Allah olduğunu ve madalyon içlerindeki esmâ-yı hüsnâ ve kubbedeki Fâtiha Sûresi ancak tek ve bir yaratanın olduğunu tekrar tekrar hatırlatır.

Sultan Murad, burada üç sıra pencerelerin renkli camlardan süzülen nûrânî ışıklar ve bir cennet bahçesini andıran atmosferinde Safiye Sultan, oğulları ve kızları, ayrıca bir kısım torunları ile birlikte yatar.

Sultan Ahmed Meydanı’ndan Ayasofya’ya doğru bakıldığında, önde kısmen ağaçlarla kapanmış üç türbe görülür. Arkada ise kadîm Ayasofya bütün heybetiyle yükselir. Pencereli  avlu duvarları en soldaki türbenin iki tarafından yapıya bitişir. Aynı zamanda yol tarafındaki hâcet pencerelerine erişmek için merdivenli sekileri olan bu türbe, II. Sultan Selim oğlu Sultan III. Murad’ındır. Bütün bu yapılar, diğer türbeler, avludaki emsalsiz güzellikteki şadırvan ve Ayasofya’ya sonradan çeşitli zamanlarda ilâve edilmiş minareler, bu civarı Türk ve müslüman yapan diğer unsurlardandır. Sultan III. Murad Türbesi solunda daha küçük ve mütevâzî Şehzâdeler Türbesi, sağında ise sırasıyla babası II. Selim ve III. Mehmedin türbeleri bulunur. Ayasofya böylece, sonradan ilâve edilen diğer yapılarla ilk fethedildiği günden itibaren sanki tekrar tekrar fethedilir ve sanki her defasında yeniden ihtidâ eder. Atalarımızın fetihlerden sonra şenlendirdiği kiliseleri, çevreleri ile çok kısa zamanda Türk çehresine büründürmesi bir mûcize gibidir. Buralarda her yapı, her sokak, her meydan, her duvar ve her mekân şekil ve ruh değiştirir, bir başka mâna ve bir nevi farklı ruhâniyet kazanır.

III. Murad 1574’de 28 yaşında iken tahta oturur ve 1595 yılında 49 yaşında vefat eder. Osmanoğlu’nun takrîbî hayat yaşıdır bu. Âilede görülen nikris (gut) hastalığı sebebiyle onların hayat çizgisi aşağı yukarı elli yaş civarıdır. Târihler onu orta boylu, beyaz tenli, elâ gözlü diye tarif eder. Sözlerinde ve şiirlerinde tasavvuf neşvesi görülür. Bir şiiri günümüze kadar bestelenmiş halde gelmiştir. Ali Ufki Dede’nin defterinden bugüne aktarılan bu bestede Sultan Murad: “Uyan ey gözlerim gafletten uyan” derken, rivâyet edilir ki kaçırmış olduğu bir sabah namazı yüzünden hüznünü belirtir. Ancak o da babası gibi devleti vezirlerine emanet eder ve hiçbir sefere çıkmaz. Eğlenceye, saza söze düşkün ve eli açıktır.

İlk vezir-i azamı olan Sokollu Mehmed Paşa, III. Murad’ın cülûsundan beş yıl kadar sonra, dîvanda –vefatına o kadar özendiği Murad Hüdâvendigâr gibi– hançerlenerek şehid edilir. Rivâyetler bize Pâdişahın Sokollu’ya muğber olmasına rağmen, onu devletin selâmeti için makâmında tuttuğunu nakleder. III. Murad’ın Sokollu’ya gocunmasının, tahta geçmek için Sarayburnu’na indiğinde Sokollu’ya gösterdiği ürkek tavrından dolayı olduğunu bize Peçevî, Gâzî Tiryâki Hasan Paşa’dan naklederek anlatmakta ve “Bahçekapısı’nda Sokollu Mehmed Paşa’nın neredeyse elini öpmek istercesine eğilmesi, vezire karşı kalbinde düşmanlık hislerinin doğmasına sebep olmuştur.” demektedir. Zira Şehzâde Murad henüz tahta geçmemiştir ve hayatından emin değildir. Sokollu buna karşılık eğilerek yeni pâdişâhın elini öper.

Zamanında İran, Azerbaycan ve Kafkasya seferleri yapılır. Gürcistan, Tiflis, Şirvan, Şeki, Deşt-i Kıpçak ve dördüncü kez Tebriz fethedilir. Batıda ise Bosna ve Macaristan’da akınlar devam eder, Yanıkkale fethedilir. Fas Osmanlı Devleti’nin himâyesine girer. Devlet üç kıt’ada azamî hududlarına erişir ve 19 milyon km2 gibi muazzam bir sahaya yayılır.

III. Murad’ın büyük aşkı Safiye-Bafo-Sultan’dır. Fakat daha sonra çeşitli cariyelerden ancak 20 şehzâde ve 26 sultanın sağ kalabildiği 135 kadar çocuğu olur. Peçevî “...zendostlukda bir mertebe idiler ki, büyü bozulduktan sonra kesret-i cimâ maraz-ı mesâne îrâs idüb ifnâ-yı vücûd-ı şeriflerine bâis oldu” der.

Fakat III. Murad’ı sadece eğlence ve zevk u safa düşkünü zannetmek yanlış olur. Zira, o aynı zamanda devletle yakından ilgilidir. Onu Özdemiroğlu Osman Paşa’nın altı yıl süren İran ve Azerbaycan fetihlerini dinlerken heyecanlanarak, sarığından murassa sorgucunu, belinden kıymetli hançerini çıkarıp ona –belki de gözyaşlarıyla– hediye edişini ve her defasında “Berhurdar ol Osman, iki cihanda yüzün ak olsun” diyerek koca gâziyi taltif edişini hayal edebilirsiniz. Zira yiğit Özdemiroğlu Habeş ve Yemen fethinden sonra pâyitahta uğramadan Kafkasya’ya ılgar eder, İran’ı dize getirir, Azerbaycan’ı fetheder. III. Murad kendisini sadrazam yaptıktan sonra onun yine İstanbul’da eğlenmeden tekrar şark seferine devam ettiğini görürüz ve fakat bu sefer, yiğit vezirin son seferi olur.

III. Murad’ın devrinde devlet olağanüstü büyümekle birlikte, iç işlerindeki aksaklıklar da büyümektedir. Meselâ rüşvetin arttığırivâyet edilir. Yine Peçevî, Âli’nin Künhü’l–Ahbâr’ından naklen Kızıl Ahmedli soyundan gelen Şemsi Ahmed Paşa’nın Sultan Murad’ı rüşvete alıştırarak ecdâdının intikâmını aldığını söylediğini yazar. Bu hazin bir vak’adır. Aslında hoş sohbet ve kabiliyetli bir zat olan Şemsi Ahmed Paşa, böylece kendi nesline ve âilesine altından kalkamayacağı bir yüzkaralığını miras ve ad bırakmıştır. Bu devirde akçe ayarı düşer, ortalık birbirine girer ve bu yüzden ilk defa bir vezirin başı vurulur.

III. Murad aynı zamanda güzel sanatlara düşkün ve bu yolda çalışanlara karşı ilgilidir. Daha şehzâdeliğinde Sinan’a Manisa’da Muradiye Câmi’sini yaptırır. Daha sonra yine Mimar Sinan’a Üsküdar’da Atik Valide adını taşıyacak semtte annesi Nurbânû Sultan nâmına büyük külliyeyi inşa ettirir. Fakat daha az bilinen, Sedefkâr Mehmed Ağa ile olan hâtırasıdır. Bunu biz, daha sonra Sultan Ahmed Meydanı’na ad verecek olan Sultan Ahmed Câmii mimarı Sedefkâr Mehmed Ağa’nın yakını ve Risâle-yi Mimâriye yazarı olan Cafer Efendi’den öğreniyoruz. Cafer Efendi, Mehmed Ağa’nın hayat hikâyesinde Mehmed Ağa’nın Enderun’da kalfalık zamanında yaptığı sedef kakmalı müzeyyen bir rahle ve kemandânı (sadak) Koca Mimar Sinan’ın teşviki ile pâdişâha sunduğunu anlatır. III. Murad bu güzel esere uzun uzun bakar: "Allah Allah nedir bu hûb eşkâl Mey gibi aklım aldılar fi’l-hâl" der.

Vefatı hazindir Sultan Murad’ın. Peçevî onun bir gün Sinan Paşa Köşkü’nde “Bîmârım ey ecel, bu gece bekle, yânım al” şarkısını istediğini ve o sırada İskenderiye’den gelen iki kadırganın selâm toplarını ateşlediğini anlatır. O anda o zamana kadar olmayan bir olay vuku bulur. Köşk zelzeleye uğramış gibi sallanır, pencerelerin camları, duvar ve tavanların sıvaları dökülür. Pâdişâh “Bu kâfir yoksa yıkılır mı?” der ve bir müddet düşünür ve “Bizim bu köşke son gelişimize delildir” deyip gözleri yaşarır ve hakikaten de öyle olur.